Bu doğanın insanoğlundan çektiği nedir? Doğada bulunan hiçbir canlı bu denli zarar veremedi doğaya. Bitmek tükenmek bilmez şekilde doymayan insanoğlu yüzünden dünya ölmeye başladı. Eskiden istanbulun belli mahallelerinde Hamidiye suyu çeşmeleri vardı. (80'lerin başlarına kadar.) Çoğu hala yerlerinde duruyor. Artık belediye bu suyu kendi şişeliyor ve parayla satıyor. Elbette belediyenin bir gelire ihtiyacı var. Ama yanlış yerden para kazanmak hiç kazanmamaktan daha kötü bir durum. İstanbul'un civar köylerinde şebekeye dahil edilmiş bir sürü su kaynağı şebekeden ayrıldı ve şişelenmeye başladığından beridir musluğumuzdan akan sular sadece arıtılmış baraj suyu oldu. İçmek için şişelenmiş su satın almak zorunda bırakıldık. Geçmişte musluğumuzdan akan suyun bir bölümü kaynak suyu olduğundan kalite bayağı iyiydi. sonra su kıtlığı olduğu dönemlerde kalite düşünce şişe suyu kullanmaya alıştırıldık. Baktılar ki su için insanlar şebekeye ödediği paranın dışında paralar ayırabiliyor, şebekeye karışan tüm kaynaklar parsellendi ve suya ikinci bir para ödemeye başladık. Herkes suyu parayla alınca şebeke artık temizlikte kullanılan suya dönüştü. Kaynak suyu ticareti büyük paralar kazandırıp talep büyüyünce şehrin sınırları dar gelmeye başladı. Bugün İstanbul'da satılan şişelenmiş suyun büyük bölümü Sapanca, Bursa gibi yerlerden gelmeye başladı. Ama olan doğaya olmaya,. Sapanca gölü gibi ekosistemler bozulmaya başladı. Bursa'da göller yeşil renge döndü, doğal yaşamdaki çeşitlilik hızla azalıyor. Göl balıkçılığı ölüyor. Sonra insanların niye göç ettiklerini araştırıyoruz.
300ml. idrar için 12 lt. suyu sifonlayan, 80kg.lık gövdeyi taşımak için 1,5 tonluk otomobiller kullanan insanoğlu sadece hızlı olsun diye uçaklarda saatte kişi başı yüzlerce litre akaryakıt tüketiyor. Doğal alanları kaybediyor, nefesimizi kirletiyoruz. Teknolojinin bu kadar ileri olduğu günümüzde Almanya güneş enerjisinden yararlanabilirken Türkiye çok daha fazla güneşi değerlendiremiyor. Basit bir yasa ile tüm binalara kendi ürettiği elektriği kullanma ve fazlasını şebekeye geri verebilme imkanı verilse, Ne nükleer enerjiye, nede binlerce yıllık tarihi maksimum 200 yıllık enerji için sular altında bırakmaya gerek kalmayacak. Düzensiz plansız yapılanma nedeniyle var olan nüfusu bile taşıyamayan yerleşim birimimiz İstanbul Ülkemiz nüfusunun %20'sini barındırıyor. İçinde bulunduğu Marmara bölgesi ise %25 orana sahip. Bu aynı zamanda tüm ülkedeki su ve enerji kaynaklarının bu oranlarda bu bölgeye akmasını gerektiriyor.Düşünün Ülke nüfusunun %25'inin kanalizasyonu arıtılsa bile, kalan su marmara denizine akıtılıyor. Bizde çöp için ayrıştırma kullanıcılar tarafından değil belediyeler tarafından yapılıyor. Çöpün ne kadarının geri dönüştüğü meçhul. Kalan bir şekilde yeraltında depolanıyor veya yakılarak atmosfere karışıyor. Bu durumdaki bölgenin nüfusunu seyreltmek yerine devlet, Teknoloji ile en ücra koşelerde bile anlık olarak dünya ile entegre olabilen bankacılık gibi insan deposu sektörleri gerkesiz yere İstanbul'a taşımaya, nüfus yoğunluğunu artırmaya çalışıyor.
Oysa tüm kaynakları (su, Enerji, işgücü gibi.) bulunduğu yerde kullanmaya, kaynak transferi için gereken enerjinin tasarruf edilmesine, birçok bölgede büyük yerleşimler ile fırsat eşitliğine ve yerel gelişmişliğe olanak sağlamaya, Yerinde tüketilen, örneğin suyun kendi bölgesinin doğasında kalmasına, taşımadan kaynaklanan kayıpların ortadan kalkmasına (örn. Elektrik), ihtiyacımız var. Üstelik olması muhtemel bir marmara depreminde tüm bankacılık sektörünün çökmesi, Sanayi tesislerinin ağır hasarı dolayısıyla ekonominin bozulmasının önüne geçilmiş de olur. Şöyle düşünün İstanbul'da yapıların %70'i kaçak, yani deprem karşısında dayanma gücü bilinmiyor. Tahmin edilen güçte bir deprem olması nüfusun %5'ini öldürüp, %10'unu yaralı ve %25'ini evsiz bıraksa olacakları varın siz düşünün. Bunu düşündükten sonra hangi bankayı hangi bölgeye taşımanız gerektiğine karar vermeye çalışın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder