Herşey sabahın köründe şehrin göbeğinde kalan son yeşil alanın yok olmaması için gösteri ve protesto hakkını kullananların zabıta alevi ve polis şiddeti arasına sıkışmasıyla başladı. Bu ana kadar yapılan gösteri aslında sadece bir parkın ranta dönüşmesini engelleme eylemiydi. Bu eşik aşılıp toplum sokağa indiği andan itibaren artık bireysel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması, tek adamın iki dudağı arasında kalmışlık, milyarlarca liralık bütçelere hükmeden (şehrin iki kez üst üste seçilmiş tek belediye başkanı) bir belediye başkanının bile o iki dudağa bakıyor olmasını protestoya dönüştü.
Buraya kadar yazdıklarımda yeni birşey yok. Her yerden okuyabileceğiniz şeyler. Buradan sonrası ise kişisel fikir ve tesbitlerimdir.
Sokağa çıkıp yollara dökülen insanlara şöyle bir baktığımızda büyük çoğunluğu iktidar partisine oy vermemiş, bundan sonra asla vermeyecek olanlar. Onların aslında iktidarda olan partiden beklentileri yok, olsaydı oy verirlerdi. Sokağa çıkanların bence esas hedefi kendi oy verdikleri partiler. Oy kullanmamış ve sokağa çıkmış olanların bile beklentisi muhalefetten. Muhalefet yeterince topluma açık değil. En az iktidar partisi üyeleri kadar sırça köşklerde oturmayı seviyorlar. Parti içi muhalefet mümkün değil. Parti içi barajlar ülke içinden daha yüksek. Parti içi demokrasi yok. Muhalefet partileri de tek adam partisi olmayı seviyor ve ona göre organize olmuşlar. Yeni kişilere yer açmıyorlar. Adaylarını bile genel merkezde listeler halinde belirliyorlar. Neredeyse önseçimle gelen kimse yok. Liyakat muhalefet partilerinde de öncelikli nitelik sayılmıyor. Başkanın adamı olmak pek çok şey için yeterli. Tıpkı iktidar partisi gibi aşiret-cemaat modeliyle partiyi yönetmeye çalışıyorlar.
Bunun üzerine topluma kulak vermeyince, sadece istemezük siyaseti güdüp adam gibi siyasal, sosyal, ekonomik projeler üretmeyip ve iktidarın hatalı projelerini doğru yöne kanalize eden yöntemler kullanmayınca, o partilere oy vermiş olanlarda aslında verdikleri vekaletin gereğini yapmayan muhalefetin karşısınada çıkmış oldu.
Bu yazı yazıldığı sırada (22 Haziran 2013) parti tüzüğüne el atmış hiçbir parti duymadım. Ayrıca toplumun siyasi ihtiyaçlarını gözeten yeni bir yasal düzenleme teklifi dahi yok. İktidar dahil neredeyse tüm partilerin programında olmasına rağmen yok.Toplumun beklentilerini karşılayamamanın temelinde bu yatıyor.
Teknoloji dünyasının çok hızlı ve iletişim olanaklarının geleneksel yöntemlerle kıyaslanamayacak ve anlaşılamayacak şekilde gelişmesi, toplumun sesini duyurmak için kendi muhalefetini kendi yapmaya yettiğini farketmesine neden oldu bu olaylar.
Bu kadar teknoloji ile iç içe yaşamaya alışmış olan topluma diyeceğim, siyasetin Moore yasasından haberi yok ve Moore yasası ile çalışmıyor. Alıştığımız yaz-cevap al düzeni siyasette yok. Belki o kadar hızlı değil ama en azından değişim hazırlıklarına başladığını duyurmaları bile duyurması yeterli olurdu.
İktidara söylenecek pek çok şeyi zaten herkes söyledi. Benim diyeceğim ise Şu 12 eylül'den kalma örgütlenme kısıtlarını, siyasi partiler yasasını, Seçim barajlarını ve dokunulmazlıkları kaldırın be kardeşim. 10 yıldan uzun süre iktidarda olup (üstelik her seçimde desteği artarak) hala sistemden mağdurum demek komik kaçıyor. Yapmanız gereken sistemi kendinize göre değiştirmek değil, hiçkimsenin mağdur olmayacağı bir sistem oluşturmak. Unutmayın Siyaset adaylıkla yapılan birşey kimse sizi zorla o koltuklara oturtmadı. Şunu da unutmayın siyaset akım derken bokum yapabilme sanatıdır. Örnek mi istiyorsunuz? Alfabenin ilk iki harfini yanyana okuyun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder