15 Mayıs 2014 Perşembe

Soma maden faciası

Elim bir olay yaşandı Soma'da bu yazının yazıldığı saatteki resmi rakamla 282 kişi hayatını kaybetti. Tüm hayatını kaybedenleri rahmetle anarak uğurlayalım. Daha fazlasını söylemek için henüz erken, daha çıkarılamayan soğumamış cesetler var. Henüz evimizdeki lamba bu uğurda hayatını kaybetmiş olan insanların çıkardığı kömürle üretilen elektrikle yanıyor.

Şu anda söylenen her söz, öfke, kızgınlık ve acı ile söyleniyor. Acımız öfkemizi büyütüyor. Sakin kafayla söylenmeyecek pek çok söz arşivlerde kayıt altına alınıyor.

Bir de kuyruğu kaptırmamaya çalışanlar, acıyla söz söyleyenleri anlamaya çalışmak yerine tekmeleyenler, yumruklayanlar, sabotaj iddiasında bulunanlar, Ajitasyon klipleri yayınlayarak yayına başlayıp devamında verilen arada mükemmel hayatların sürdürüldüğü inşaat reklamıyla yolunu bulanlar, Devletin malında üretimi üstlenip ürettiği kömürü devletten başkasına satması yasak olan şirketin İstanbul gibi bir yerde ofise neden ihtiyacı olduğunu açıklayamayanlar, tüm denetim mekanizmasının iş sahibinin ödediği paralarla kurulması ve yapılmasının sebebini söyleyemeyenler, 100 yıl önce batıda yaşanan kazaları ısıtıp önümüze koyanlar hakkında fikirlerimi acılarımızın kızgınlığımızı tetiklemediği bir zamana kadar açıklamayı düşünmüyorum.

Tek açıklamam protestocuyu tekmeleyen ve "Evet Yaptım" pişkinliğine ilk günden ulaşan danışman yardımcısının Allah'a havale etmemdir. Şüphesiz ki Allah mazlumların her zaman yanındadır.

21 Eylül 2013 Cumartesi

Paralı ürünler ve Ücretsiz hizmetler ve Yenilen kazık

Dünya bilinen tarihi boyunca sürekli bir değişim yaşadı. Tamam kabul ama, son 50 yıldır yaşanan değişim neredeyse tüm geçmiş kadar. İnsanlar sürekli nasıl daha az emekle daha fazla kazanırım derdine düştüler. Önce Az zamanda çok iş için tarlalara makinalar girdi, sonra emeğin korunması için ilaçlama ile zahmetsizce zararlılar uzaklaştırıldı, bununla bitmedi daha fazla ürün ve/veya pazarda hemen alıcı bulan ürün için yetişen ürünlerin genetiği ile oynandı.

Şimdi bunu teknoloji dünyasına uyarlayın bakalım neler çıkıyor.

Akıllı olduğunu düşündüğünüz bir telefon alıyorsunuz, ama o da ne tonla para saydığınız akıllı telefona sizin istediğiniz zil sesini yüklemek meğer garanti dışına çıkarıyormuş. Veya tersten bakalım; aslında işlem gücü ve kapasitesi yeterli olmasına rağmen üreticinin diğer ticari kaygıları nedeniyle bazı özellikler konulmamış veya kısıtlanmış, bunları açmak veya kırmak (jailbreak-root vs.) telefonu garanti dışına çıkarıyor. İlk iphone çıktığında işlem gücü bahane edilerek Adobe flash yazılımı çalıştıramaz denmiş ve sistem buna karşı kilitlenmişti. Şimdi 64bit işlemci diye böbürlenerek piyasaya sürdükleri telefonda da aynı yazılımı kullanamıyorsunuz. üreticinin onayı olmadan hiçbir yazılımı, hatta içeriği bile yükleyip çalıştıramıyorsunuz. Bu durum Blackberry, Android ve Windows mobil için de geçerli, hiçbiri kendi izni olmadan yüklenen yazılımlara sıcak bakmıyor. "Bu arabayı alırsan köy yollarında süremezsin otobanda kullanmak zorundasın."

Geçelim yayın paketlerine; Ülkemizde Teledünya, Digiturk,D-smart, Tivibu gibi yayın paketleri satılıyor. tamamı sayısal altyapı ile yayın yapıyor olmasına rağmen yabancı kanalların HD kalitesi ile karşılaştırılamayacak kadar fark var neden? Aynı alıcının (DVB) Yerli maçı yabancı maçtan kalitesiz göstermesi için ne gerekiyor? Ben söyleyeyim; Yabancı kanallar bir paketle anlaşma yaparken belli bir bant genişliğini garanti olarak istiyorlar. yayın kaliteli oluyor tabii ki. Ayrıca adı geçen ürünlere para ödemenize rağmen istediğiniz kanalı kumandanınız istediğiniz tuşuna basınca çıkması için ayarlayamıyorsunuz. Para ile izleme özgürlüğü alıyorsunuz, kanal sıralamak neymiş, özgürlük tamam ama o kadar değil. Siz kim olup kanal sıralamasını değiştiriyorsunuz. Parayı verin gerisine karışmayın. O sıralama için Televizyon kanalları sizin ödediğinizin mislini ödüyor rating olarak geri dönmesi için. Yani Parasını ödeyip satın aldığınızı zannettiğiniz şeyi aslında bambaşka amaçlar için başkalarına sizden önce satmışlar zaten.

Peki internet bağlantı hizmetleri farklı mı? Geçmişte çevirmeli ağ kullanmış biri olarak şikayet hakkımın miktarı konusunda şüphelerim olmasına rağmen parasını ödediğim bir hizmeti sorgulamak en doğal hakkım. Çevirmeli ağın hızı 56kbit/saniye hızındayken biz bu bant genişliğinin tamamını indirme (download) veya yükleme (upload) için kullanabiliyorduk. Sonra ADSL geldi. Şanslıydım çünkü evim santrale yakın olduğundan Test döneminde abone oldum. Özelliği  bağlantıyı 128/32kbit/s. olarak asimetrik kullandığından indirme için sürekli hızlı bir bağlantı sunmasıydı.
Gelelim günümüze; Bu asimetrik bağlantılara o kadar alıştık ki, kimse arkadaş 100 Mbit/s. indirme hızı olan fiber bağlantının yükleme hızı nedir diye sormuyor. Fiber optik niye asimetrik? Bağlantı için 100Mbit/s. istiyorsam iki yönlü kullanabilmeliyim. Hadi toplam 100Mbit/s. olsun. Kısıtlı imkanların bulunduğu zamanların asimetrik çözümünü niye dayatıyorsun. Teknoloji sadece indirme hızını mı geliştiriyor? Dünyanın en pahalı internet bağlantısını satın sonra şikayet edince susun. sizin gibi fiber satan dünyadaki diğer operatörler ne yapıyor? İngiltere'de 100Mbit/s. fiber simetrik hızda, Limitsiz (adil kullanım aldatmacası da yok), Türkiye'deki fiyatın yarı parası. Üstelik Aynı hattan telefon ve tv aboneliğini almak inanılmaz avantajlı. (bedavaya yakın). Adamların hukuki altyapısı rekabet üzerine kurulu, birlik olup vatandaşı öpmek üzerine değil. Bizdeki tarifeler orada yok değil ama bizde 49 TL olan tarife orada 9.90 Sterlin, yani o tarifede bile yarı parası. Peki niye asimetrik hızlar? bu sorunun cevabı bir önceki konu ile benzer sebepler nedeniyle olacak. Çünkü siz parayı bastırıp 100Mbit/s. bağlantı hızını alıp evinizde server kurup yayın yapmaya (örn. işinizin web sitesi) başlarsanız ISS olarak size web alanı satanlarını sonunu getirirsiniz. Yani parayı ver ama mal sahibinin öngördüğü şekilde kullan. Hıışşt, t-shirt'ini ters giyme üretici firmanın kurallarına aykırı..:))

Açık kaynak yazılım diye birşey var. orada da durum giderek yukarıdaki örneklere benzemeye başlıyor. Üretici bir yazılım yapıyor. bunu bir lisans ile bağlıyor. Sonra topluluk sürümü (community) ve uzman (pro) sürümü olarak ikiye ayırıyor. Uzman sürümü parayla satmaya başlıyor. Sonra acaba paralı bir yazılım mı alsaydım diye düşünmeye başlıyorsunuz.

Yukarıda bahsettiğim konuların tamamı aynı yönde ilerliyor. Satın aldığınızı zannettiğiniz şeyi aslında size şartlı satıyorlar. Tipik ev sahibi diyaloğu "evime talipsiniz ama kaç çocuğunuz var?" bekara ev vermeyiz de denmiyor, önce satmaya çalışıp sonra kapıdan giriş çıkış saatlerine sınır konuyor daha sonra arkadaş getiremezsin deniyor sonra ise... sonrası can sıkıcı. Herkes daha fazla kazanırken daha az ürün teslim etmenin derdine düşmüş durumda.

Bakalım zaman neleri değiştirecek?

22 Haziran 2013 Cumartesi

Gezi, Göz, Arpacık.

Herşey sabahın köründe şehrin göbeğinde kalan son yeşil alanın yok olmaması için gösteri ve protesto hakkını kullananların zabıta alevi ve polis şiddeti arasına sıkışmasıyla başladı. Bu ana kadar yapılan gösteri aslında sadece bir parkın ranta dönüşmesini engelleme eylemiydi. Bu eşik aşılıp toplum sokağa indiği andan itibaren artık bireysel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması, tek adamın iki dudağı arasında kalmışlık, milyarlarca liralık bütçelere hükmeden (şehrin iki kez üst üste seçilmiş tek belediye başkanı) bir belediye başkanının bile o iki dudağa bakıyor olmasını protestoya dönüştü.

Buraya kadar yazdıklarımda yeni birşey yok. Her yerden okuyabileceğiniz şeyler. Buradan sonrası ise kişisel fikir ve tesbitlerimdir.

Sokağa çıkıp yollara dökülen insanlara şöyle bir baktığımızda büyük çoğunluğu iktidar partisine oy vermemiş, bundan sonra asla vermeyecek olanlar. Onların aslında iktidarda olan partiden beklentileri yok, olsaydı oy verirlerdi. Sokağa çıkanların bence esas hedefi kendi oy verdikleri partiler. Oy kullanmamış ve sokağa çıkmış olanların bile beklentisi muhalefetten. Muhalefet yeterince topluma açık değil. En az iktidar partisi üyeleri kadar sırça köşklerde oturmayı seviyorlar. Parti içi muhalefet mümkün değil. Parti içi barajlar ülke içinden daha yüksek. Parti içi demokrasi yok. Muhalefet partileri de tek adam partisi olmayı seviyor ve ona göre organize olmuşlar. Yeni kişilere yer açmıyorlar. Adaylarını bile genel merkezde listeler halinde belirliyorlar. Neredeyse önseçimle gelen kimse yok. Liyakat muhalefet partilerinde de öncelikli nitelik sayılmıyor. Başkanın adamı olmak pek çok şey için yeterli. Tıpkı iktidar partisi gibi aşiret-cemaat modeliyle partiyi yönetmeye çalışıyorlar.

Bunun üzerine topluma kulak vermeyince, sadece istemezük siyaseti güdüp adam gibi siyasal, sosyal, ekonomik projeler üretmeyip ve iktidarın hatalı projelerini doğru yöne kanalize eden yöntemler kullanmayınca, o partilere oy vermiş olanlarda aslında verdikleri vekaletin gereğini yapmayan muhalefetin karşısınada çıkmış oldu.

Bu yazı yazıldığı sırada (22 Haziran 2013) parti tüzüğüne el atmış hiçbir parti duymadım. Ayrıca toplumun siyasi ihtiyaçlarını gözeten yeni bir yasal düzenleme teklifi dahi yok. İktidar dahil neredeyse tüm partilerin programında olmasına rağmen yok.Toplumun beklentilerini karşılayamamanın temelinde bu yatıyor.

Teknoloji dünyasının çok hızlı ve iletişim olanaklarının geleneksel yöntemlerle kıyaslanamayacak ve anlaşılamayacak şekilde gelişmesi, toplumun sesini duyurmak için kendi muhalefetini kendi yapmaya yettiğini farketmesine neden oldu bu olaylar.

Bu kadar teknoloji ile iç içe yaşamaya alışmış olan topluma diyeceğim, siyasetin Moore yasasından haberi yok ve Moore yasası ile çalışmıyor. Alıştığımız yaz-cevap al düzeni siyasette yok. Belki o kadar hızlı değil ama en azından değişim hazırlıklarına başladığını duyurmaları bile duyurması yeterli olurdu.

İktidara söylenecek pek çok şeyi zaten herkes söyledi. Benim diyeceğim ise Şu 12 eylül'den kalma örgütlenme kısıtlarını, siyasi partiler yasasını, Seçim barajlarını ve dokunulmazlıkları kaldırın be kardeşim. 10 yıldan uzun süre iktidarda olup (üstelik her seçimde desteği artarak) hala sistemden mağdurum demek komik kaçıyor. Yapmanız gereken sistemi kendinize göre değiştirmek değil, hiçkimsenin mağdur olmayacağı bir sistem oluşturmak. Unutmayın Siyaset adaylıkla yapılan birşey kimse sizi zorla o koltuklara oturtmadı. Şunu da unutmayın siyaset akım derken bokum yapabilme sanatıdır. Örnek mi istiyorsunuz? Alfabenin ilk iki harfini yanyana okuyun.

21 Temmuz 2011 Perşembe

İnsanoğlunun çevreye zulmü

Bu doğanın insanoğlundan çektiği nedir? Doğada bulunan hiçbir canlı bu denli zarar veremedi doğaya. Bitmek tükenmek bilmez şekilde doymayan insanoğlu yüzünden dünya ölmeye başladı. Eskiden istanbulun belli mahallelerinde Hamidiye suyu çeşmeleri vardı. (80'lerin başlarına kadar.) Çoğu hala yerlerinde duruyor. Artık belediye bu suyu kendi şişeliyor ve parayla satıyor. Elbette belediyenin bir gelire ihtiyacı var. Ama yanlış yerden para kazanmak hiç kazanmamaktan daha kötü bir durum. İstanbul'un civar köylerinde şebekeye dahil edilmiş bir sürü su kaynağı şebekeden ayrıldı ve şişelenmeye başladığından beridir musluğumuzdan akan sular sadece arıtılmış baraj suyu oldu. İçmek için şişelenmiş su satın almak zorunda bırakıldık. Geçmişte musluğumuzdan akan suyun bir bölümü kaynak suyu olduğundan kalite bayağı iyiydi. sonra su kıtlığı olduğu dönemlerde kalite düşünce şişe suyu kullanmaya alıştırıldık. Baktılar ki su için insanlar şebekeye ödediği paranın dışında paralar ayırabiliyor, şebekeye karışan tüm kaynaklar parsellendi ve suya ikinci bir para ödemeye başladık. Herkes suyu parayla alınca şebeke artık temizlikte kullanılan suya dönüştü. Kaynak suyu ticareti büyük paralar kazandırıp talep büyüyünce şehrin sınırları dar gelmeye başladı. Bugün İstanbul'da satılan şişelenmiş suyun büyük bölümü Sapanca, Bursa gibi yerlerden gelmeye başladı. Ama olan doğaya olmaya,. Sapanca gölü gibi ekosistemler bozulmaya başladı. Bursa'da göller yeşil renge döndü, doğal yaşamdaki çeşitlilik hızla azalıyor. Göl balıkçılığı ölüyor. Sonra insanların niye göç ettiklerini araştırıyoruz.

300ml. idrar için 12 lt. suyu sifonlayan, 80kg.lık gövdeyi taşımak için 1,5 tonluk otomobiller kullanan insanoğlu sadece hızlı olsun diye uçaklarda saatte kişi başı yüzlerce litre akaryakıt tüketiyor. Doğal alanları kaybediyor, nefesimizi kirletiyoruz. Teknolojinin bu kadar ileri olduğu günümüzde Almanya güneş enerjisinden yararlanabilirken Türkiye çok daha fazla güneşi değerlendiremiyor. Basit bir yasa ile tüm binalara kendi ürettiği elektriği kullanma ve fazlasını şebekeye geri verebilme imkanı verilse, Ne nükleer enerjiye, nede binlerce yıllık tarihi maksimum 200 yıllık enerji için sular altında bırakmaya gerek kalmayacak. Düzensiz plansız yapılanma nedeniyle var olan nüfusu bile taşıyamayan yerleşim birimimiz İstanbul Ülkemiz nüfusunun %20'sini barındırıyor. İçinde bulunduğu Marmara bölgesi ise %25 orana sahip. Bu aynı zamanda tüm ülkedeki su ve enerji kaynaklarının bu oranlarda bu bölgeye akmasını gerektiriyor.Düşünün Ülke nüfusunun %25'inin kanalizasyonu arıtılsa bile, kalan su marmara denizine akıtılıyor. Bizde çöp için ayrıştırma kullanıcılar tarafından değil belediyeler tarafından yapılıyor. Çöpün ne kadarının geri dönüştüğü meçhul. Kalan bir şekilde yeraltında depolanıyor veya yakılarak atmosfere karışıyor. Bu durumdaki bölgenin nüfusunu seyreltmek yerine devlet, Teknoloji ile en ücra koşelerde bile anlık olarak dünya ile entegre olabilen bankacılık gibi insan deposu sektörleri gerkesiz yere İstanbul'a taşımaya, nüfus yoğunluğunu artırmaya çalışıyor.

Oysa tüm kaynakları (su, Enerji, işgücü gibi.) bulunduğu yerde kullanmaya, kaynak transferi için gereken enerjinin tasarruf edilmesine, birçok bölgede büyük yerleşimler ile fırsat eşitliğine ve yerel gelişmişliğe olanak sağlamaya, Yerinde tüketilen, örneğin suyun kendi bölgesinin doğasında kalmasına, taşımadan kaynaklanan kayıpların ortadan kalkmasına (örn. Elektrik), ihtiyacımız var. Üstelik olması muhtemel bir marmara depreminde tüm bankacılık sektörünün çökmesi, Sanayi tesislerinin ağır hasarı dolayısıyla ekonominin bozulmasının önüne geçilmiş de olur. Şöyle düşünün İstanbul'da yapıların %70'i kaçak, yani deprem karşısında dayanma gücü bilinmiyor. Tahmin edilen güçte bir deprem olması nüfusun %5'ini öldürüp, %10'unu yaralı ve %25'ini evsiz bıraksa olacakları varın siz düşünün. Bunu düşündükten sonra hangi bankayı hangi bölgeye taşımanız gerektiğine karar vermeye çalışın.